Sayfalar

27 Nisan 2012 Cuma

Mehmet Akif Ersoy



Ölümünün 71'inci yılında 
Mehmet Akif Ersoy
Çanakkale cephesini, hafızalarda yer eden ''Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor. Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor'' mısralarıyla anlatan İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy, ölümünün ardından bugüne kadar 100'ü aşkın esere konu oldu.


Mehmet Akif Ersoy'a dair yazılanlar arasında kendisini yakından tanıyan Mithat Cemal Kuntay, Eşref Edip, damadı Ömer Rıza Doğrul ve Mehmet Emin Erişirgil'in çalışmaları döneme ışık tutması açısından önem taşıyor.


Ersoy'un çalıştığı büroya katip olarak giren ve onu yakından tanıma şansını bulan Erişirgil, 1956 yılında yazdığı ve geçen yıl Nobel Yayın Dağıtım tarafından yayımlanan ''İslamcı Bir Şairin Romanı: Mehmet Akif'' adlı kitabında, anılarıyla Mehmet Akif Ersoy'un şiirlerini roman kurgusunda bir araya getirdi.


Erişirgil, kitabının ön sözünde şairi değerlendirirken şu görüşleri aktarıyor:


''Akif'in vezinli kafiyeli 536 sayfa tutan 'Safahat'ı var. Bu kitap, kendinden önce yazılanlara hiç benzemez. Ondan sonra bu cinsten kimse yazmamıştır yahut yazamamıştır. Bu bir gerçektir. Benim belli başlı tetkik konum da bu eserdir. Eğer Akif, vezinli kafiyeli değil de sadece iyi nesirle kitabındaki fikirleri yazsaydı gene büyük bir şeydi. Bugün Ortadoğu'da bazı devletler Akif'in istediğini yapma sevdasındalar. Acaba şairin doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak bu fikirler üzerinde bir tesiri olmadı mı dersiniz? Mısır'da gelişen fikirlerin Meşrutiyet devrinde Osmanlı üzerinde etkisi olduğu gibi İstanbul'daki fikir cereyanlarının da Kahire'de ve Arap aleminde iz bıraktığını tahmin ettirecek deliller eksik değildir.''


-MEHMET AKİF ERSOY RÖPORTAJI-


Erişirgil, kitabının bir bölümünde, kendisinin de tanık olduğu Mehmet Akif Ersoy'la yapılan bir röportaja yer veriyor.


Osmanlı devletinin ''hasta adam'' ilan edildiği, Avrupa ülkelerinin Osmanlı'yı tasfiye politikasını yürüttüğü dönemde, 1873 yılında Fatih'in Sarıgüzel semtinde doğan Mehmet Akif Ersoy, röportajında kendi hayatını şöyle anlatıyor:


''Babamın bana koyduğu asıl ad Mehmet Akif değil, Mehmet Ragif'tir. Ragif bir nevi ekmektir. Ben dünyaya geldiğim zaman babam öyle bir kelime aramış ki; Ebcet hesabıyla doğum tarihimi göstersin. Bu adı beğenmemiş ki annem beni Akif diye çağırırdı. Bizim zamanımızda okuma yazma öğrenenlerin çoğu gibi ben de mahalle mektebinde okudum. Emir Buhari Mahalle Mektebinde. Rüştiye tahsilimi Fatih Merkez Rüştiyesinde bitirdim. Rüştiyeyi bitirinci babam beni tahsil yolumu tayinde serbest bıraktı. Ben de mülkiyeye girmeyi tercih etmiştim. O yıl mülkiye mektebinin teşkilatı değişti. 3 yıl idadi kısmı, 2 yıl yüksek kısmı oldu. Yüksek kısmının birinci sınıfına geçtiğim zaman babam ölmüştü, evimiz de yandı. Dişimi sıkıp mülkiyeyi bitirebildim ama o yıl sivil Baytar Mektebi kurulmuştu. Bu mektebe girmeye gençleri teşvik için mezunlarına 800 kuruş maaş verileceği vaat ediliyordu. Mülkiyeden çıkanlara bundan daha az maaş verilirdi. Birkaç arkadaşla beraber bu mektebi tercih ettik ve oraya kaydolduk.''


Röportajında manzum yazı yazmaya Baytar Mektebinde başladığını, o dönem Muallim Naci'yi çok sevdiğini anlatan Mehmet Akif Ersoy'un, mezuniyetinden 6 gün sonra 28 Aralık 1893'te ilk eseri olan 7 beyitlik gazeli, Servet-i Fünun'da yayımlandı.


Ersoy'un bu yıllarda Maarif mecmuasında, Resimli Gazete'de şiir yazıları ile Arapça, Farsça ve Fransızca'dan yaptığı çevrileri yayınlanmaya devam etti.


Ersoy, 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde İstanbul'da Umur-i Baytariye Dairesi Müdür Muaviniydi.


Mehmet Akif Ersoy, meşrutiyetin ilanından 10 gün sonra daha önceleri gizli bir cemiyet olarak faaliyet gösteren ve daha sonra partileşecek olan İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu.


-KURTULUŞ SAVAŞI YILLARI-


Ersoy'un eserleri, Eşref Edip tarafından çıkarılan dönemin ilerici dergilerinden SıratıMüstakim'de yayınlandı.


Erişirgil, Mehmet Akif Ersoy'un kurtuluş mücadelesinin başladığı günlerde bir gün mecmua idaresine gelerek Eşref Edip'e ''Hazırlan gidiyoruz. Top ve tüfeğin patladığı yere. Artık burada duramıyorum'' dediğini, ertesi gün Balıkesir'e giderek Zağanos Paşa Camisi'nde kürsüye çıkarak ''Alınlar Terlemeli'' başlıklı manzumeyi okuduğunu anlatıyor:


'Cihan alt üst olurken seyre baktın öyle durdun da/ Bugün serserisin kendi yurdunda/ Hayat elbette hakkın... Lakin ettirir haykırıp ihkak/ Sağırdır kubbeler bir ses duyar davayı istihkak / Desen bin kere insanım o kanmaz, hem niçin kansın/ Ya sen hürriyetin, hakkın masun oldukça insansın/ Bu hürriyet bu hak bizden bugün ahengi sa'y ister/ Değil üç dört alından hep alınlardan boşansın ter''


Erişirgil, halka mücadele yolunda birleşme çağrısı yapan Ersoy'un, ''Yaşamak diğer milletler gibi bizim de hakkımızdır. Fakat biliniz ki haklı olmak başka, haklı çıkmak gene başkadır. Haklı çıkmak için kuvvet lazımdır. Hangi milletin adalet muhakemesine müracaat ederseniz ediniz, kuvvetiniz varsa hakkınızı verirler. Kuvvetiniz yoksa onların insanlık duygusuna, medeniyet duygusuna ilticaya kalkmakla bir şey elde edemezsiniz, hüsrandan başka netice alamazsınız'' sözlerini aktarıyor.


   Balıkesir'de yaptığı bu konuşma üzerine Ersoy'un 1920'de Dar-ül Hikmet'deki görevinden alındığını yazan Erişirgil, Mehmet Akif'in o dönemki ruh hali için şu cümleleri yazıyor:


''Tuhaf olan şudur ki, bu kara günlerde Akif, asla meyus değildi. Hatta Balkan harbinde duyduğunu bile duymuyordu. Çok muhtemel ki henüz yayımı tamamlanmış olan 'Asım' yüzünden. O '4 sene cepheden cepheye koşarak memleketi savunan Asım'ın nesli nasıl olur da vatanın istila altında kalmasına razı olabilir' diyordu. Onlar nasıl Çanakkale'yi korumuşlarsa memleketi, şeref ve namusumuzu da muhakkak koruyacaklardı.''


Burdur mebusu olarak TBMM'ye seçilen Mehmet Akif Ersoy'un, zaferden sonra kurulan hükümetlerin takip edeceği yol meselesinde onlardan ayrı düştüğünü anlatan Erişirgil, Ersoy'un yeni bir alemin doğduğunu görünce İstiklal madalyasını ve her mebusa verilen mavzer tüfeğini alarak İstanbul'a döndüğünü belirtiyor.


-YAPACAĞI İŞLER-


mehmet akif ersoyErişirgil, İstanbul'a dönen Mehmet Akif Ersoy'un damadı Ömer Rıza'ya yapacağı işleri şöyle anlattığını yazıyor:


''Önce İstiklal savaşının destanını yazacağım. Köse İmam'ın çocuğu Asım vardı ya, onu Berlin'e göndermişim ya, memleketin istila altına girdiğini haber alır almaz o ve arkadaşları hemen Ankara'ya koşacaklar, bu defa da namusumuzu kurtaracaklar. Sonra çoktan beri isteyip de yazamadığım Veda Haccı ve Peygamberin o zaman dedikleri var. Onları nazım haline sokacağım. Konusu haçlı harbinden alınma bir piyes yazmak da istiyorum. Bu Namık Kemal'in bir nevi Silitsresi olacak. Çocuk şiirleri de yazma emelimdir. Bütün bunlar için bir kenara çekilmem ve çalışmam lazımdır.''


Bu sırada Mısır'da bulanan Abbas Halim Paşa'dan bir mektup alan Mehmet Akif'in Mısır'a yerleştiğini anlatan Erişirgil, burada Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yapan Mehmet Akif'in siroza yakalanarak İstanbul'a gelişini ve cenazesini şöyle anlatıyor:


''Doğrusu İstanbul'a gelen Akif'in iskeletiydi, kendisi değil. Onu aldılar önce Abbas Halim Paşa'nın kızı Prenses Emine Hanım'ın evine götürdüler. Sonra Şişli Sağlık Yurduna... (Mısır apartmanına görülen Mehmet Akif'in ölümü üzerine) ''Buruşuk bir karyola... Yerde tabut... Diz çökerek tabutta ölüyü öpen siyah giyinmiş bir kadın... Ayağa kalkınca bu kadını tanıdı her gün beyazlar içinde göremeye alıştığı hasta bakıcı... Cenaze Beyazit'tan kalkacak dediler oraya gitti. Kimseler yok. Bir cenazenin geleceği belli bile değil. Çok sonra birkaç kişi göründü. Biraz sonra çıplak bir tabut geldi. O anda Emin Efendi Lokantasının sahibi Mahir Usta, elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamamıştı. Gene o anda yüzlerce genç peyda oldu. Üniversitenin büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Ellerini yüzüne kapadı, cenazeyi tanımıştı. Al sancakla siyah Kabe örtüsüne sarılan tabut... Üniversite gençlerinin ürperme manzarası alan elleri üstünde gidiyordu. Cenazenin arkasında yekpare bir karaltı yürüyordu. Bunda bir damla 'teşkilat' yoktu. Bir işaretin bir teşekkülün topladığı insanlar değildi. Kendi kendine gelenlerin saflarıydı. İstiklal Marşı ile gömdüler. Fetihten beri şehrin toprağına kendi eseriyle gömülen ilk ölü.''





Bir Gece
On dört asır evvel yine bir böyle geceydi
Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi
Lakin o ne hüsrandı ki hissetmedi gözler
Halbuki kaç bin senedir bekleşmedelerdi 


Nerden görecekler göremezlerdi tabi
Bir kere zuhur ettiği çöl en sapa yerdi
Bir kere de ma'mure-i dünya o zamanlar
Buhranlar içindeydi bugünden de beterdi 

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta
Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin
Salgındı bugün Şark'ı yıkan tefrika derdi

Derken büyüyüp kırkına gelmişti ki öksüz
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi
Bir nefhada kurtardı insanlığı o masum
Bir hamlede kayserleri kisraları serdi 

Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi
Zulmün ki, zeval akılına gelmezdi, geberdi
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi

Dünya neye sahipse onun vergisidir hep
Medyun O'na cemiyeti medyun O'na ferdi
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret

Mehmet Akif Ersoy


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder